Krizlerden yakasını bir türlü kurtaramayan bir ülke olarak, artık krizlerden tecrübe kazanmış olmamız mı, yoksa rakip ekonomilerin kriz nedir bilmemesi ve krizi yönetememesi mi, son yaşadığımız küresel kriz, Avrupa ve Amerika kadar canımızı yakmadı. Ülkemizde kendiliğinden oluşan kriz kültürü, nerede, nasıl davranılacağı acemiliğini eskide kadar bize hissettirmedi. Bize sürekli krizden çıkış yolları gösteren, paramızı nasıl yöneteceğimizi öğreten Avrupa ve Amerika, kriz başlarına geldiğinde yönetmesini bilemedi.
Bu durum acaba bizim krizi iyi yönetmemizden mi? yoksa krizlere karşı ülke olarak bağışıklık kazanmamızdan mı? Bunun cevabını aslında hepimiz çok iyi biliyoruz. Bağıra bağıra geliyorum diyen kriz girdabının içine girdikten sesler yükselmeye başladı. Herkes kriz zamanında kriz den çıkış masalları anlattı. Tabii gene yumurta kapıya dayandıktan sonra.
Cari açık, dış borç, düşük kapasite kullanımları her zaman duyduğumuz kelimeler olmaya başladı. Türkiye’de cari açık tartışmalarında, kurlardan kaynaklanan ucuz ithal malları ve hizmetlerinin hem nihai talep içinde, hem de ara mal ve hizmetler olarak iç üretimde giderek artan oranlarda kullanıldığı görüşü ön plana çıktı. Böylece ihraç edilen mal ve hizmetlerde ithal ara girdi payları önemli ölçüde arttı ve ucuz ithalat ile beslenen ihracat cari açığı giderek büyüdü. Bu yıllarca böyle olmadı mı? Türkiye’nin ödemeler dengesinde büyüyen cari açık sürekli tartışılmadı mı? Tartışıldı da ne oldu? Gene çözülemedi. Biz ise bu açığı, dış ticaretimizi nasıl arttıracağımızı düşünerek değil, kemer sıkıp dışarıya akıttığımız paraları tekrar borç alarak kapatmaya çalıştık.
Oysaki uygulanacak reçete belli değil miydi?
- Önce kendi kendine yetebilmek, fazlasını ya da talepleri dışarıya satabilmek.
- İhracat hacmini genişletebilmek.
- Kendi kaynaklarımızı kullanarak üretebilmek.
- Dünyanın her tarafına ürün ya da hizmet satarak ekonomik riski minimize etmek.
Son yaşanan krizde bizim çıkış kapımız yıllarca yüz çevirdiğimiz Arap ve Afrika ülkeleri olmadı mı?
Türkiye’nin dış ticaretine biraz değindikten sonra esas sorunlardan birine gelelim. Özellikle Türkiye’nin farklı sektörlerinin Dünya’ya açılan penceresi konumunda olan Bursa için her zaman söyledik ve hep söylemeye devam edeceğimiz “nitelikli personel” sıkıntısıdır. Daha önce gene bu satırlarda işlediğimiz otelcilik sektöründe sıkıntısıydı, dışarıda bir türlü marka yaratamadığımız tekstilinde, yabancı parayı ülkemize çekecek girişimcimizin de sıkıntısıydı nitelikli personel. Nasıl oluyor da neredeyse her meslek grubunda eğitim kurumları, üniversiteleri olan mesleklerden nitelikli çalışan çıkmıyor.
Nasıl mı oluyor? Anlatalım…
- Sürekli değişen dünyada değişmeyen, kendini yenilemeyen öğretim müfredatları,
- Üniversitelerin, gençlerimizi mezun ederken söyledikleri “Burada biz size her şeyi öğrettik, iş hayatı kollarını açmış sizi bekliyor” cümleleri,
- Buna inanan ve sadece okullarında dinledikleri bilgilerle binlerce TL kazanacaklarını zannedip hayal kuran, kendini geliştirmeyen gençler,
- Çalışanlarını denetlemeyen ve onların gelişimine katkıda bulunmaktan kaçan yöneticiler ve patronlar,
- İş hayatı ile öğretim kurumlarını entegre edemeyen hükümet politikaları
- İhtiyaç olup olmadığı araştırılmadan üniversitelerde açılan bölümler.
Bunlar sadece durumun tehlike sınırında olduğunu gösteren bazı örnekler.
Sonuç ne mi oluyor? ATO’nun araştırmasına göre;
İşsiz üniversite mezunları çıraklık kurslarına katılanların % 77’sini oluşturuyor.
Devletin resmi rakamlarına göre her 3 üniversite mezununda biri işsiz kalıyor.
Dış ticaret sektöründeki nitelikli eleman açığı ise, bu sektörün daha hızlı ve güvenli bir şekilde büyümesinin önünde ciddi bir engel olarak duruyor.
Hükümet, krizde bazı önlem paketleri koydu ticaret yapan işletmelerin önüne. Teşvikler, hibeler, destekler,… İşletmelerin çoğunun bundan haberi yok. Bunu işletmelere anlatacak dış ticaretçilerin haberi yok. Dış ticaret çalışanların, bırakın sadece kendi konularını bilmeyi satış, muhasebe, finansman, lojistik, tedarik zinciri vb… dünya ticaretini ilgilendiren konuları da bilmek durumundadırlar. Ayrıca muhasebe, satış, finansman gibi bölümlerde çalışanlarında dış ticaret yönetimi içinde kendilerine yer edinebilmeleri için dış ticaret eğitimleri ile kendilerini geliştirmek zorundadırlar. Kanunlar, mevzuatlar, yönetmelikler sürekli değişiyor. Uygulamacı çalışanlarımızın bunda da haberi yok. Sanki her şey, her zaman aynı kalacak. Bizde yaptığımız işte uzmanlaşacağız. Bu düşünceler sürekli gelişen dünyada boş hayal olmaktan öteye geçemiyor.
KOBİ seviyesindeki firmaların neredeyse büyük bir çoğunluğu, ihracat yapabilmeyi sadece yabancı dil bilmeyle gerçekleşebileceğini düşünüyorlar. Bunun için de ihracat elemanı ararken bakılan tek nitelik yabancı dil bilinip bilinmediği oluyor. İthalat – İhracat işlemlerini, teslim – ödeme şekillerini, mevzuatı – yasal düzenlemeleri, gümrük mevzuatını, pazar analizlerini soran işletme yok. Yabancı dil bilsin yeter, dışarıdan eğitim aldırırız olur biter diyen işletmeler, sonrasın da da “ Eğitim aldırayım da sonra bırakıp giderse ne yaparız” diyorlar ve eğitim aldırmaktan vazgeçiyorlar. Aslına bakarsanız gülüyoruz ağlanacak halimize.
Gençlerimize mesleki nitelik kazandırmanın birinci şartı, öğrencilerimize kağıt üstünde, sözde değil, gerçekten de ciddi bir staj programı yapmalarının sağlanmasıdır. İşletmelerin onlardan çay taşıtmada veya fotokopi çektirmede değil, evrak hazırlamada, akreditif açmada, fatura düzenlemede faydalanmasıdır.
Sonuç Olarak;
Ülke olarak çıkış kapımız “ Dış Ticaret” bu kapıyı açacak anahtarda “Nitelikli Personellerdir.”
Bu Dünya’da artık “Ne oldum değil, ne olacağım” düşüncesi hâkimdir.” İlgilenenlere duyurulur.